Avrupa Feodalizminin Çöküşünde Avrupa Yahudilerinin Etkisi

Mazbut bir Yahudi seyyâhı ve aynı zamanda büyük ihtimâlle mücevherât tüccârı olan Benjamin Tudela’nın seyahât notları, çağdaşları arasındaki en güvenilir ve objektif kaynaklar olarak göze çarpmaktadır. 1168 yılında Tudela, yaşadığı çağın en büyük şehri olan Konstantinopolis’e geldi. 1159-1172 yılları arasında yaptığı tüm seyahâtleri yazıya dökmüş olan Tudela, Konstantinopolis’te hatırı sayılır bir zaman geçirdi. Öyle ki, notlarında bu şehri olabildiğince ayrıntılı olarak anlatmıştır. Tudela’nın anlattığına göre, Konstantinopolis’te yaklaşık 2.500 Yahudi yaşıyordu. Tudela bunları, “ipek konusunda uzman ve her türlü ticâretle uğraşan” bir grup olarak tanımlıyor. Hatta aralarında çok zengin olanları mevcuttu. Fakat Bizans İmparatoru’nun doktoru olan  Mısırlı haham Solomon dışında, Yahudilerin ata binmeleri yasa gereğince yasaktı. Böylesine ağır baskı altındaki Yahudiler, sâdece haham Solomon aracılığı ile devletle ilişki kurabiliyorlardı.

Bunca ağır baskıya ve çok ayrıntılı uygulamalar ile kendisini gösteren ayrımcılığa rağmen Yahudilerin tapınaklarına, inançlarına, mal varlıklarına karşı son derece titiz bir korumacılık sergileniyor ve hatta Yahudiler’in kendilerine özel bir yargı sistemi işletmelerine göz yumuluyordu.

Tudela, Yahudilerin bu baskılara rağmen oldukça neş’eli ve inançlarına sâdık olduklarını belirtiyor. Yerel halkın Yahudilere olan dışlayıcı bakış açısının kökeninde ise dînî farklılıklardan çok, zenginliğin Yahudilerin elinde toplanmasının yattığını söylüyor. Gerçekten de, 10. Yüzyıl’dan başlamak üzere Avrupa karasında yaşayan Yahudilerin ticâretle olan yoğun ilişkileri sebebiyle ciddî bir sermâye birikimi sağladıkları görülmektedir. Katolik inancın ticâreti aşağı bir meslek olarak sayması ve parayı şeytânî olarak nitelemesi, Avrupa toplumlarındaki yaygın algının doğal bir sonucu olarak zenginliğin ve gücün toprak ve asker sayısı ile ölçülmesi, devlet yapılarının son derece ilkel ve feodal özellikler taşıması, âilecilik/hânedanlık furyasının hüküm sürmesi, aristokrasinin Kilise eliyle beslenmesi gibi olguların hepsi, Avrupa’nın her köşesinde lânetli soy olarak görülen Yahudilere büyük boş alanlar sağladı. Ticâret gibi son derece aktif, dış dünyaya açık ve hızlı gelişen bir alanda neredeyse tekelleşme sağlayan Yahudilerin hızla artan altın birikimleri, bitip tükenmek bilmeyen feodal kavgaların ve büyük savaşların finansmanında birincil kaynak konumuna geldi. Tefecilik gibi kutsal kitaplarca zinhâr yasaklanmış aşağı bir mesleğin ifâcısı konumundaki “ikinci sınıf insanlar” olarak Yahudilerin Avrupa ekonomisini ve sosyo-politiğini değiştirmeye başladıklarını ise birçok göz göremedi. Shakespeare ismi altında ve “Venedik Tâciri” isimli eser aracılığı ile belki de ilk kez itirâf edilen bu dönüşüm, sonraki yüzyıllarda semitizm/anti-semitizm düalizminin çarkları arasında fısıltı ile anılır olmuştur.

Oysa târih bilimi apaçık şekilde göstermektedir ki, Yahudiler Avrupa karasının en kentli topluluklarını oluşturmuşlardır. Feodalizmden önceki karanlık zamanlarda dahi Yahudiler, Avrupa’nın büyük kentlerinde “ilk Avrupalılar” denilebilecek kadar kent yaşayışının içerisinde olmuşlardır. Feodalizmin geliştiği dönemlerde özellikle Lyon, Bonn, Cologne (Köln), Cadiz ve Toledo gibi şehirlerde çok ciddî sayılarda Yahudi nüfus bulunmaktaydı. 10. Yüzyıl’da Avrupa karasındaki Yahudi nüfus, yaklaşık olarak 1,5 milyonu bulmaktaydı. Bu nüfusun büyük kısmı da ticâretle uğraşmaktaydı. Yunanistan arâzisi üzerinde yaşayan Yahudiler tarım ürünleri üzerine yoğunlaşmışken, Halep’tekiler cam, Mısır’dakiler ipek, Konstantinopolis’tekiler tekstil, İtalya Yarımadası’ndakiler boya ticâretini ele almışlardı. Yüzyıllarca sürecek tüm yerel ve kıtalararası savaşların gerek lojistiği, gerek finansmanı bu Yahudi topluluklarınca sağlanmıştır.

Tefecilik, Yahudilerin apayrı bir uzmanlık alanı ve hatta san’atı hâline gelmişti. “Günâh ve pis” olarak görülen paraya “temennâ edecek ikinci sınıf insanlar” olan Yahudilerin elinde günden güne biriken altın stoğu, lordların, kralların, Kilise’nin bitmek bilmez ihtiyâçları için fâizle kullanıma açılmıştı. İslâm’ın ve Katolik Hristiyanlığın aşağıladığı, lânetlediği ve en büyük günâhlardan biri olarak saydığı fâiz, Yahudi inancı için hiçbir sakınca içermiyordu. Yahudilerin kutsal kitabı olan Tevrat’ın Exodus bölümünün 22:25 kısmında yer alan “ümmetimden fakir bir kimseye borç verirsen fâiz almayacaksın” hükmünden başkaca fâizi yasaklayan hiçbir hüküm yoktu. Yahudilerin birbirleri arasında fâiz uygulamaması ve “yabancılara” fâiz uygulayabilmesinin sonucu, korkunç bir hızla büyüyen nakit gücü ve bu nakit gücüne eşit olarak büyüyen devâsâ devlet borçları oldu. Nakit gibi son derece yaşamsal bir unsuru elinde bulundurmaya başlayan Yahudilerin kendilerine borçlu olan devletler, aristokrat âileler ve Kilise üzerinde müthiş bir politik yeteneği gelişti. Avrupa’da serbest dolaşım hakkına sâhip ender meslek grupları da çoğunlukla Yahudilerden müteşekkil olduğundan, sermâyenin ve dolayısıyla fikirlerin ve ihtiyâçların “uluslararasılaşması” fazla gecikmedi.

Artan nüfus, doğudan gelen yok edici fetih baskıları, bitmeyen yüzyıllık feodal kavgalar derken son derece zayıf düşen Avrupa feodalizmi, nakit gücünü elinde bulunduran ve tüm “sistemi” kendisine borçlandıran Yahudi merkantilizmine daha fazla dayanamadı. Büyük orduların Yahudi finansörleri, büyük şehirleri ve dolayısıyla daha merkezî yapıları finanse etmeye başladılar. Olabildiğince stabil bir vergi sistemine, para sistemine ve ticârî esnekliğe susamış Yahudi merkantilizmi, hantal ve köhnemiş Avrupa feodalizmi üzerinde ciddî ameliyâtlar gerçekleştirdi. Bunlardan en önemlisi ise, Haçlı Seferleri’nden yepyeni bir özgüvenle ve sermâye ile dönen “şövalyeler” grubu ile stratejik ittifak kurmak oldu. Lordların paralı askerliğini yapan ve Kilise’nin boş vaazları ile gün geçiren şövalyelerin Doğu mistisizmi ile tanışmasının heyecânı, Kilise ile olan “gönül bağlarını” koparmaları ile sonuçlandı. Buna ek olarak, Doğu’nun sonsuz zenginliğinden taşıyabildikleri parçalar ile Avrupa’da hatırı sayılır bir güce ve saygınlığa sâhip oldular. İşte bu “farkındalık”, Yahudi merkantilizmi ve tefeciliği ile yoğruldu. Kaçınılmaz olarak bu iki yeni güç, Feodal düzenin arkaik kahramanları olan aristokratlar ve Kilise karşısında güç birliği ettiler. Feodal dönemin ilk düşünce kulüpleri olarak meslek örgütleri, yâni “localar” ortaya çıktı. Haçlı Seferleri’ne müthiş bir bağnazlık ile hizmet etmek üzere yola düşmüş binlerce Katolik artığı şövalye, Avrupa’ya döndüklerinde sekülerizmin temellerini atacak olan Doğu mistisizmini ve Pagan inanışlarını berâberinde getirmişlerdi. İşte bu inançlar, Katolik yapının ve tabularının sorgulanmasını tetiklemiş ve daha sonra yüzyıllardır din temelli ayrımcılığa mâruz kalmış Yahudi toplumunun içerisinden filizlenmiş olan eşitlik refleksi ile kaynaşarak seküler tabanlı siyâsî kimliklere ve söylemlere dönüşmüştür. Bunların en açık örneklerinden birisi Maimonides’dir. Arapça ismi Musa İbn Meymun olarak ifâde edilen Maimonides, Spinoza ve Aquinas’lı Thomas gibi Rönesans ve Reform habercilerine düşünsel bir kaynak olmuştur.

Yahudiler, Katolik geleneğin aksine, entelektüel bir birikime ve iyi bir okuma kültürüne sâhip olmayı aslâ boş bir meşgâle ve insanın görev yapma gücünü baltalayacak bir uğraş olarak görmediler. Kendi inançlarının içerdiği derin ezoterizm ve okültizm bile, Yahudilerin düşün dünyasını Katolik entelijansiyasından çok daha aktif kılmıştır. Bu fikirsel enerji, sonraki yıllarda çeşitli Hristiyanlık karşıtı inanç ve fikirlere kaynaklık etmiştir. Bir başka önemli husus da, Yahudilerin hemen her bölgede kendilerine âit yasal ya da yasa dışı yargı sistemleri kurmuş olmalarıydı. Katolik yargı mekanizmalarını ve yerel feodal keyfiyeti dışlayan bu tutum, Yahudilerin bağımsız ve alternatif hukuk ve eğitim sistemlerini geliştirmelerine yol açtı. Yahudi katedokrasisi, kendine özgülediği bu iki kurumun üzerine inşa’ edilmişti.

İşte tüm bu verilerin ışığında, Avrupa feodalizminin taşlaşmış yapısını önce çatlatan ve daha sonra un ufak eden aktif güçlerden birisinin de Yahudiler olduğunu görüyoruz. Zirâ önce sistemin kendilerine ekonomik alanda yarattığı devâsâ boşluğu son derece iyi kullanan ve daha sonra bu ekonomik gücü politik, kültürel, düşünsel ve toplumsal bir mühendislik yeteneğine dönüştüren Yahudilerin inançlarından ve binlerce yıllık sosyal genetik yapılarından gelen çalışkanlık, sabır, uyum ve azim gibi yaşamsal özelliklerin etkisiyle Avrupa karası üzerindeki Katolik bağnazlık ve feodal ilkellik, yerini Rönesans’a, Reform’a ve Musevî ilkelerden ilhâmını alan “Protestan Ahlâkı”na bırakmıştır.


Yayın organı: Gazetelink
Yayın târihi: 17.02.2020
Adres: https://www.gazetelink.com/avrupa-feodalizminin-cokusunde-avrupa-yahudilerinin-etkisi-oguz-evren-kilic/

Site Footer

Sliding Sidebar

    2019 © Oğuz Evren KILIÇ.   Bu internet sitesindeki tüm yazılar ve diğer içerikler izinsiz kopyalanamaz ve kullanılamaz. Tüm içeriğin hakkı mahfuzdur.